CORPORATE

Levent Tanyeri Yazarın Tüm Yazıları
Levent Tanyeri, Uluslararası Sanatçılar Birliği'nin (USBD) Yönetim Kurulu Başkanı olarak sanat dünyasında tanımlanmış bir figürdür. Görsel sanatlar öğretmeni, köşe yazarı ve ressam olarak geniş bir kariyere sahiptir. Tanyeri, sanatıyla ve sanata olan...
“BİR HEYKEL TAŞTAN DAHA FAZLASIDIR; O, BİR DÜŞÜNCENİN, BİR DUYGUNUN BİR RUHUN BEDENİYLE BULUŞMASIDIR.” MİCHELANGELO
Harika geçen bir yaz döneminin ardından yeniden sizlerle birlikte olabilmek ne güzel. Sanat dolu günler yaşadık ve halen bu günler yeni projeler ile devam etmekte. USB(Uluslararası Sanatçılar Birliği) ülkemizde farklı illerde çok özel projeler üretmeye devam ediyor. 5 Temmuz da İzmir ‘de, 29 Ağustos ta Uşak’ta, 9 Eylül de yine İzmir de etkinlikler gerçekleştirdik. Ekim ayında ŞanlıUrfa, Kasım da Kocaeli, Aralık ta Gaziantep te sanatseverler ile buluşuyoruz. Tüm bu projelerde yer alan katılımcı sanatçılara, bizleri misafir eden illere ve bu illerde organizasyonumuzu yöneten sanatçı dostlarımıza sonsuz teşekkürler.
Değerli sanatseverler bu sayıda ; geçmişi insanlıkla bir olan, insanın şekillendirme macerasının temelinde yer alan heykel sanatı ile karşınızdayız. Ve bu sanatın yakın dönem önemli temsilcilerinden Heykel sanatçısı ve sanat eğitmeni ADEM YEŞİLYURT ile birlikte olacak, Onun hayatını ve sanat serüvenini kendisinden dinleyeceğiz.
Şimdi sizlerle birlikte kısaca heykel sanatını tanıyalım. Ardından değerli sanatçımıza söz vereceğiz.
Taşın Dili:
Heykel Sanatı
Modern ve Çağdaş Heykel: 19. yüzyılın sonlarında başlayan modern heykel sanatı, geleneksel teknikleri ve malzemeleri sorgulamaya başlamıştır. Soyut heykel, minimalist heykel, kinetik heykel gibi yeni akımlar ortaya çıkmış ve heykel sanatı, daha özgür ve deneysel bir ifade biçimini kazanmıştır. Çağdaş heykel sanatı ise günümüzün toplumsal, politik ve teknolojik gelişmelerini yansıtarak, yeni malzemeler, teknikler ve ifade biçimleri kullanmaktadır.
Heykel sanatı, binlerce yıl boyunca insanlığın düşünce, inanç ve duygularını ifade etmenin bir aracı olmuştur. Taştan, ahşaptan, metallerden ve diğer malzemelerden şekillenen bu sanat, zaman ve mekânın ötesine geçen bir dil kullanarak bize insanlığın tarihini, kültürünü ve ruhunu anlatır.
Heykel, insanlığın en eski sanat formlarından biridir. İlk insanlardan bu yana, taş, toprak, ahşap gibi malzemeleri şekillendirerek duygularını, düşüncelerini ve inançlarını ifade etmişlerdir. Heykel, sadece bir sanat eseri olmakla kalmaz, aynı zamanda bir kültürün, bir dönemin, bir düşüncenin yansımasıdır
Taşın sertliği, ahşabın esnekliği, toprağın yumuşaklığı, hepsi heykel sanatçısının elinde birer ifade aracı haline gelir. Heykel, üç boyutlu bir formda, zaman ve mekânın ötesine geçen bir dil kullanarak konuşur. Bir heykel, sadece gözümüzün gördüğü bir form değil, aynı zamanda ruhumuzun hissettiği bir duygu, bir düşünce, bir hikaye anlatıcısıdır.
Heykel sanatı, zaman içinde farklı teknikler ve malzemeler kullanarak evrimleşmiştir. Antik çağlarda, tanrıları ve kahramanları onurlandırmak için büyük anıtlar yaratılmış, Rönesans döneminde ise insan vücudunun güzelliği ve mükemmelliği ön plana çıkarılmıştır. Modern heykel sanatı ise daha soyut, daha deneysel ve daha özgür bir ifade biçimini benimser.
Bir heykel, sadece bir sanat eseri değil, aynı zamanda bir düşünce ve bir hikaye anlatıcısıdır. Bizlere geçmişi, kültürü, insanlığın özünü ve evrenin gizemlerini anlatır. Heykel sanatı, bizi düşünmeye, sorgulamaya ve kendimizi keşfetmeye teşvik eder. Taşın sessiz dili, bize insanlığın en derin duygularını ve düşüncelerini fısıldar.
Genel anlamda sizleri heykel sanatı hakkında ilgilendirdikten sonra ;sözü değerli sanatçımız ADEM YEŞİLYURT’a bırakıyoruz.
Değerli hocam ; Adem YEŞİLYURT kimdir? Sanat anlayışınızı ve eserlerinizin üretim süreçlerini bizlerle paylaşabilir misiniz?
Değerli dostlar merhaba. Ben ADEM YEŞİLYURT. Beni mekanlarınıza ,evlerinize , yaşamlarınıza misafir ettiğiniz için sonsuz teşekkürler. CEMİYET ailesinin sanata ve sanatçıya verdiği değeri yaşayarak görüyor ve bana gösterilen ilgi ve değerden dolayı çok teşekkür ediyorum.
1974 yılında Erzurum/Şenkaya ilçesine bağlı Sarıyar Köyü’nde doğdum. İlkokulu köyümde Ortaokul ve liseyi Oltu’da okudum. 1994 yılında Çukurova Üniversitesi. Eğitim Fakültesi Resim-İş Bölümü Heykel Ana Sanat dalında öğrenim görmeye başladım. 1999 yılında aynı üniversitede lisans eğitimimi tamamladım. 2000 yılından bu yana Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve orta öğretim okullarında Görsel Sanatlar öğretmenliği ve Teknoloji Tasarım öğretmenliği yapmaktayım. Erzurum, Balıkesir, Eskişehir, Adana, Şanlıurfa ve şu anda bulunduğum şehir olan İzmir’de çalıştım. Yurt içi ve yurt dışında 6 kişisel, 15 karma sergide yer aldım.
Heykelle olan bağımı, kendime ve çevremdekilere oyuncaklar yaptığım çocukluk yıllarından başlatabilirim. Elektrik ve televizyonla 11 yaşında tanıştım. Doğayla iç içe bir çocuktum. Kış mevsimi dışındaki tüm zamanım ormanlarda, tarlalarda, dere yataklarında, ağaç dallarında geçti. Kilden, taşlardan, ağaç kabuklarından, inşaat tellerinden, meyve çekirdeklerinden, sebze kabuklarından oyuncaklar yapardım. Çocukluk gelişimimde büyük katkıları olan ağabeylerim ve ablamın temin ettikleri hikaye kitapları ve Conan, Red Kit, Zagor, Tommiks, Tarkan gibi çizgi romanlara çok öykündüğümü hatırlıyorum. Hiç tanık
olmadığım, içinde yaşamadığım, sadece kitap ve dergilerde okuduğum o dünyaları ve o dünyalara ait objeleri tasarlamak, şekillendirmek beni çok heyecanlandırıyordu. Özellikle kil hiç elimden düşmezdi. Orta okul ve lise yıllarında Resim ve İş Eğitimi derslerinde oldukça ilgili ve başarılıydım. Ayrıca edebiyata, özellikle şiire çok ilgi duyduğumu hatırlıyorum.
Yüksek öğrenimimi heykel alanında yapmaya başladığım andan itibaren çocukluğun büyülü oyun ve oyuncakları; ilk gençliğin sembolizmle dolu naif tutkuları yerini akademinin yapılandırılmış eğitimine bıraktı. Heykel yapımının akademideki uygulama yöntemleriyle çocukluğumdan getirdiğim el alışkanlığına dayalı pratiği harmanlamak epeyce uğraştırmıştı beni. Ayrıca heykelle beraber, bazen heykelden zaman çalarak edebiyata, bilhassa şiire çalıştığım dönemler oldu. Ulusal dergilerde ve antolojilerde yer alacak düzeyde şiirnçalıştığımı da araya sıkıştırmak isterim.
Akademiyi bitirip öğretmenliğe başladığım ilk yıllarda genelde kilden heykeller yaptım. Çoğunlukla bir transfer malzemesi olarak kil; koşullarım nispetinde bronz, polyester, mermerit döküm gibi malzemeleri daha fazla deneyimleme imkanı sundu. Çalışma alanımın genişlemesi, zaman ve materyal yoksunluğunun nispeten azalması tedrici olarak diğer malzemelere yönelme imkanı sundu. Örneğin doğal taş, granit, mermer gibi malzemeleri daha fazla çalışmaya başladım. Ayrıca çeşitli ağaçlarla çalışma imkanı da yakaladım. Bu dönemde yaptığım heykellerin esin kaynağı genelde doğup büyüdüğüm coğrafyadaki insan
hikayelerinden oluşuyordu. Zamanın, boşluğun ve ışığın içine kurulmuş keskin hatlı insan yüzlerini, ifadelerini tema edindim. Bu çalışmalar figüratif olsalar da, her seferinde figürün sınırlarını zorlayan; formu ön plana çıkaran arabesk deformasyonlar sanatımın belirgin imzası haline gelmeye başladı. Zaman içinde figürden ziyade forma yönelik kaygılar daha da belirginleşti. Biyomorfizm akımının öncüsü saydığım, sanatına hayranlık beslediğim Henry Moore heykellerindeki form, boşluk, ışık gibi tasarım öğelerini figüratif yapılara yedirmeyi tercih ettim. Bu dönüşümün temel taşıyıcı motivasyonu, sanatımı arayış ve denemeler üzerine kurma isteğimden kaynaklanmaktadır. Peşimi asla bırakmayan çocukluğumdan getirdiğim bir mirastır sanatımdaki arayış ve deneme. Bu bakımdan benim için heykel bazen sürecin kendisinden ibaretmiş gibi gelir. Deneyimlediğim süreç, bazen üç boyutlu bir sanat objesine, heykele dönüşür zihnimde. Çoğu kez ortaya çıkan işten ziyade, ona sinmiş süreci daha tatmin edici ve kalıcı bulurum.
Heykel yapma serüvenimde Zeytin Ağacının özel bir yeri vardır. Formunu, dokusunu, renklerini oldukça özgün bulduğum bu ağaç bana çok şey öğretti. Elbette zeytin ağacının muhtevası çok kapsamlıdır. Gastronomide, eczacılıkta, tek ve çok tanrılı dinlerde, mitolojide ve hatta siyasette; yani bir bütün olarak kültürel alanda kadim bir yeri ve geçmişi vardır. Buna saygı duymamak mümkün değil. Ancak ben zeytin ağacında doğanın yalın ve lirizm dolu estetiğini, sanatını görüyorum. Ve bu estetiği açığa çıkarmaya çalışıyorum. Her bir ağacın gövdesinde kendi payına düşen zamanı, rüzgarı, ışığı, soğuk ve sıcağı, yağmuru, toprağın izlerini hissediyorum. Üzerinde çalıştığım tüm ağaçları doğada atıl haldeki kök ve
gövdelerden seçiyorum. Bir süre suda bekletip kabuklarının yumuşamasını sağlıyorum. Daha sonra kabuklarından arındırıp yıkıyorum. Ardından uzunca bir süre kurumaya bırakıyorum. Bu süreçte zaman buldukça onu izliyorum, çevresinde dolaşıyorum, dokunuyorum. Bu aşama, çalışacağım ağacın kendine özgü yapısını içselleştirmeme yardımcı oluyor. Yapacağım heykelin odak noktasını oluşturacak özgün alanları keşfettikten sonra, ağacın zarar görmüş ya da kör noktası olarak belirlediğim alanlarına müdahale ederek ilerliyorum. Bu müdahalelerin ağacın özgün yapısıyla uyumlu olmasına dikkat ediyorum. İşlerimde, hem zeytin ağacının kendine özgü yapısını, hem de benim bu yapılarla uyumlu olacak şekilde çalıştığım akışkan, bir birine zarifçe bağlanan yapılar yaratmayı amaçlıyorum. Zeytin ağacı heykellerimin hepsinde ağacın doğal formundan en az bir parçasını olduğu haliyle bırakıyorum. Müdahale ettiğim alanların özelliğine ve ağacın doğal formunun imkanlarına bağlı olarak, yapıda oyuklar açıyor, heykelin boşlukla ve ışıkla bağ kurmasını sağlıyorum. Zeytin ağacını kullandığım heykellerim figüratif değil. Figürden özellikle kaçınıyorum. Figürün, ağacın özgün yapısındaki estetiği perdeleyeceğini düşünüyorum. Ayrıca izleyicinin çalışmalar karşısındaki algılarını manipüle etmekten sakınmaya çalıştığım için de figüratif çalışmıyorum. Buna karşın, izleyicin heykellerimin amorf yapıları içinde figür ya da sembolizm aradıklarına şahit oluyorum. Zeytin ağacı heykellerimde benimsediğim başka bir tutum ise yön kavramından uzak durmaktır. Ön/arka, sağ/sol, alt/üst gibi tayin edici kavramların çalışmaların uzay/mekanla kurduğu bağa rezerv koymasından kaçınıyorum. Bu kaygımın bir sonucu olarak , her çalışmanın sabitlenmesi için gerekli olan kaideleri, başlı başına farklı bir heykelmiş gibi kurgulamaya özen gösteriyorum. Kaideler için genelde taş ve
metal kullanıyorum. Müdahale ettiğim alanlarda son aşamada ince dişli zımpara uygulamaları sayesinde dokuyu daha pürüzsüz, rengi daha görünür, hissedilir kılmaya çalışıyorum. Dış faktörlerden korumak için doğal koruma yağları kullanıyorum..
Esin kaynağını doğanın estetiği olarak tanımlayabileceğim heykellerimin hikayesiaslında zamanın kendisidir. Çünkü Zamanın yarattığı izleri ve etkiyi çeşitli ifade araçları kullanarak somutlaştıran sadece insanlar değil. Zamana maruz kalan canlı ya da cansız her şeyin yine zaman tarafından onlara sinen yaşanmışlıkları var. Taşın, ağacın, suyun, rüzgarın,toprağın bir şekilde zamana maruz kalma aşamaları var. Ben zamana bulanmış bu hayatlarısanatım aracılığıyla kendi hayatımı ve ruhumu da katarak daha görünür kılmaya çalışıyorum.
Değerli sanatçımız ADEM YEŞİLYURT’a bizimle gerçekleştirdiği paylaşımlar için çok teşekkür ediyor sanat yaşantısında başarısının ve üretkenliğinin devamını diliyoruz.
Bir hikayenin daha sonuna geldik. Bizler diğer sayıda yeni bir hikaye ile yeniden karşınızda olacağız. Bu yolculukta sizleri de yanımızda görmeyi umut edip Sanat dolu günler dileriz.